9 Ocak 2011 Pazar

KAVANOZ İÇİNDEKİ TURUNCU BALIK



Üç yaşındaki oğlum dün bir ara bayağı mutsuz hisediyordu kendini.Nedeni ise,her geçen gün ne kadar tuhaf olduğunu keşfettiğimiz kapı komşumuz,aynı yaşta oğlunu Bizimkiyle oynasın diye bırakması,yarım saat sonra da oğlumun bağırış çağırışlarına aldırmadan alıp götürmesiydi...Bu kadın gerçekten tuhaftı.Çocuğunu oynasınlar diye mi göndermişti yoksa hapishaneye ziyarete mi göndermişti,anlamakta güçlük çekiyorduk.Ana okulunda aynı sınıfta idiler,birbirlerini özlemiş olsalar da çocuklar kavga gürültü yapmadan ne güzel oynuyorlardı.Her zaman yaptığı şeyi yaptı,saatini milim şaşırmadan çocuğu aldı götürdü.Hep aynı şeyi yapıp oyunlarını bozuyordu.Bu kadarına da yeter artık edim,bağırdım çağırdım.Eşime"bir daha göndermesin" dedim.Her seferinde aynı şeyi yapıp çocuğu mutsuz etmesine artık katlanmamasını öğütledim.

Berk'in(oğlumun) mutsuzluğu geçsin diye çarşıya çıkardık onu.Yorgundu,uyuya kaldı.Akvaryum balıkçısına girdik.Bir kavanozla bir balık alırsak buna çok sevineceğini söylüyordu eşim."Alalım öyle ise" dedim.Yüzlerce küçük balığın arasından turuncu renkli olanını seçtik.Böyle bir kavanozun içinde balık beslemek zor değil.Ama orada mutlu olacacağına inanmıyorum bu küçük yaratığın.Yaşadığı yerin daracık olması sıkıntı yaratıyordur muhtemelen.Ama daha da kötüsü kendini güvende hissetmiyor.Gürültü,patırtı ve sarsıntılardan çok tedirgin olup panik yapıyor,saklanmaya çalışıyor.Bana henüz güvenmediği belli.Saklanmaya çalışıyor ben yaklaşınca.Bunun adı hayvan sevgisi mi?Niye onları esaret altıda tutuyoruz,doğalarına hiç de uygun olmayan yerlerde yaşamaya zorluyoruz öyleyse?Sevgi empati duygusu olmadan var olamıyorsa onların o daracık yerdeki sıkıntıları neden geçmiyor bize?Hiç değilse bir tane daha satın alayım,eşi olsun,o zaman kendini daha az yalnız hisseder diye düşünüyorum,ama bu şekilde bir varlığı daha esaret altına almış olmayacak mıyım?"Hayvanlar bizim gibi değildir,bizim kadar sıkılmazlar..." ya da "ben almasam başkası alacak"gibi düşünceler geçiyor kafamdan.Bahane çok nasıl olsa!...

Neden tabiatı yalnızca insan ve eşyalardan ibaretmiş gibi görüyoruz?Onların da bizim gibi varlıklar olduklarını,onların da sıkılıp mutsuz olduklarını,onların da esaret ve kölelikten bizim kadar nefret ettiklerini kabul etmek işimize gelmiyor olabilir..Ama daha derin bir nedeni de olabilir bunun..Biz farkında olmadan köleleşmişiz.Hayatın monotonluğunu,bizi köleleştiren kuralları,yaşam dünyalarımızın en öznel alanlarına kadar sızmış iktidar ilişkilerinin kastre edici gücünü kanıksamışız,bunları doğal saymaya başlamışız.Belki de bu nedenle hayvanların özgürlüklerinin ne denli önemli olduğunu tehayyül edemez olmuşuz.Sorun işte dönüp dolaşıp insan nedir noktasında düğümleniyor.

Hayvanlarla kurabileceğimiz en anlamlı ilişkinin,onları evcilleştirmekten değil,onları kendi doğal ortamlarına ait varlıklar olduklarını kabul etmekten geçtiğini anlayabilirsek,onları ancak kendi doğal ortamlarında sevebilmeyi başarabilirsek,kendi özgürlüğümüze ve doğamıza giden kilitleri açabiliriz belki.Bu da şimdilik,her şeyi ekonomik değerine göre işlevselleştiren bugünkü iktisadi ve toplumsal düzende pek öyle kolay görünmüyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder