17 Ekim 2010 Pazar

Tarım cennetini asitle yıkayacaklar


Melis ALPHAN 17 Ekim 2010

Manisa Çaldağ’da bir doğa katliamına ramak kaldı.
Önce vakti olmayanlara kısa tarihçe sunalım:
Sardes Nikel Madencilik adlı İngiliz şirket buradan 15 yıl boyunca nikel çıkarmak üzere izinlerini aldı...

Aslının 200’de biri oranında küçüklükte bir pilot tesis kurdu.
Sonra çevreciler ayaklanınca madenin izni iptal edildi.
Bu arada madencilik yasalarında bazı değişiklikler yapıldı. Şirket yatırım için parayı bulduğu an çalışmalara başlayacak.
Sonra ne mi olacak?
Çevrecilerin, akademisyenlerin ve yerel halkın iddiaları doğruysa binlerce, belki de onbinlerce ağaç kesilecek.
Ardından Çaldağ oyulacak.
Çıkarılan toprak milyonlarca ton sülfürik asitle yıkanacak.
En vahimi, bütün bunlar açık havada yapılacak.
Dünyanın en büyük ve verimli yedinci tarım havzası olan Gediz, uzmanların deyimiyle ‘açıkhava kimya işletmesi’ne dönecek.
Cehennem senaryosunu sona sakladım:
“Yer altı suları tükenecek, sülfürik asit bütün bölgenin sularına karışacak ve milyonlarca insan bölgeden göç etmek zorunda kalacak. Ve 15 yıl sonra madenin işi bittiğinde, havza bir otun bile bitmediği bir hal alacak!

İzmir bile boşalır

İTÜ’den Metalurji Yüksek Mühendisi Prof. Dr. İsmail Duman mesaisinin büyük bölümünü bu projeyi durdurmak için harcıyor

Bu madende 15 yıl boyunca ne kadar sülfürik asit kullanılacak?
- 15-18 milyon ton arasında. Bir büyük asit tankeri düşünün, 20 ton asit alır. Başlayın Turgutlu’dan tankerleri birbirinin tamponuna değecek şekilde dizmeye. 800 bin tanker ediyor. Bu 800 bin tankeri Turgutlu’dan geçen 40’ıncı paralel üzerinden Doğu’ya doğru dizin; kuyruk Pekin’i geçiyor, tankerlerin bir kısmı Çin denizine dökülüyor, sığmıyor, bu kadar asit! Ve bu kadar asit açıkta kullanılacak.

Açıkta kullanmak ne demek?
- Oradaki doğayı alıp açıkhava kimya işletmesine çevirmek demek... Kapalı mekanda yapılması lazım. Toprağın içindeki nikeli, kobaltı çözmek için günümüzde bir sürü metot var. Bunların en ilerisi basınçlı kaplarda, kapalı sistemde işlemi yapmak. Düdüklü tencere gibi, 100 derecenin üstünde asitle temas ettiriyorsunuz. Dünyada var bu, Avustralya’da var.

Ne kadarlık bir yatırım yapıp ne kadar kazanacaklar?
- Alacakları malın değeri şu andaki fiyatlarla işe başladıkları zaman 25 milyar doların üzerindeydi. Sonra kriz nedeniyle bu rakam 10 milyara düştü. Şimdi yeniden 20 milyar doları geçti. Kriz tam atlatılırsa, kazançları 35-40 milyar dolara kadar çıkabilir. Kapalı sistem için gereken 5-7 milyar dolarlık yatırımı yapmıyorlar. Aradaki farkı da doğaya ve insana ödetiyorlar. Kazanç özelleştiriliyor, risk kamulaştırılıyor. Şimdiki yatırımları milyar doları bulmuyor.

35-40 milyarlık kazançlarından Türkiye’ye ne kadarını bırakacaklar?
- Türkiye’ye 10 yılda bırakacakları para 163 milyon dolar. Yani Türkiye’nin bir buçuk günlük dış borç faiz ödemesi.

18 milyon ton sülfürik asit nereden sağlanacak?
- Her yıl büyük ihtimalle Güney Amerika’dan, Ant Dağları’ndan 300-330 bin ton kükürt ithal edecekler; kamyonlarla, gemilerle buraya kükürt taşınacak. O kükürt bir fabrikada yakılacak. Kurdukları tek fabrika sülfürik asit fabrikası. Dünyanın ikinci büyük sülfürik asit fabrikasını bir tarım havzasına ve Türkiye’nin en verimli, dünyanın yedinci büyük verimli tarım havzasının orta yerine kurmak, çatınıza yüz ton dinamit depolamak gibi bir şey.

Neden?
- Çünkü en ileri sülfürik asit üretim teknolojilerinde bile binde üç kaçak vardır. 18 milyon ton sülfürik asitte binde üç, korkunç bir miktar. 54 bin ton asit sülfürik asit havaya karışacak. Gediz, sülfürik asidin içindeki kükürte tamamen yabancı bir havza. Burası laterit havza, oksitli topraklar. Hiç kükürt yok bu topraklarda. Bu ekosisteme yabancı bir elementi devasa miktarlarda soktuğunuzda doğal yaşamda öyle bir kırılma olur ki, bir daha geri dönülemez.

Gediz Havzası’nın bereketi nereden geliyor?
- Gediz Havzası, Turgutlu, Manisa, İzmir, Foça ve Menemen ovalarına kadar göl halindeymiş. Bu göl milyonlarca yıl varlığını sürdürmüş, 16 milyon yıl önce de kurumuş. Laterit dediğimiz buranın toprakları, Balkanlar’dan, Sırbistan’dan başlayıp Arnavutluğu geçen, Yunanistan üzerinden Ege Denizi’nin dibini geçip İzmir çizmesinden karaya çıkan, Manisa’da devam eden, Ankara üzerinden bir yay çizip ta Harran Ovası’na kadar giden bir kuşak. Akarsu yatakları bunlar. Bereketi de buradan geliyor.

MACARİSTAN GİBİ KIZIL TEHLİKE RİSKİ

Öngörünüz ne?
- Uşak’ın batısından başlayıp Ege Denizi’ne kadar Gediz Havzası’nda tarım biter. Burası Sultaniye üzümünün, sarı kuru üzümün dünya başkenti. Dünyanın her yerine buradan kuru üzüm ihraç ediliyor. Ve bunun yüzde 85’i açıkta kurutuluyor. Şimdi düşünün, asit taşıyan rüzgar geldi, kurumakta olan üzümün üstüne oturdu. İhraç etmeye kalkarsanız hangi gümrükten geçer? 15 yılın sonuna gelmeden buradan büyük göçler başlayacak. İki milyonun üzerinde bir nüfus bundan etkilenecek.

Havuz sistemi kullanılacağı söyleniyor...
- Havuz sistemi diyorlar, halbuki yapacaklarının altısından dördü yüksek baraj. Ve bunları 45 derece eğimli yamaçlarda yapmaya kalkıyorlar. Havuz dedikleri Uluslararası Yüksek Barajlar Komisyonu’nun kriterlerine göre aslında baraj.

Yani?
- Böyle bir eğimde yapılan baraj o sette ne kadar dayanacak? Projede havuz diye geçen bu yapı aslında baraj, içinde de asitli ve ağır metalli çözelti bulunacak. E burası da deprem bölgesi. Ve 45 derecelik meyillerde yapacaklar bunları. Yapacakları barajların dördünün tepe yüksekliği 17 metreyle 23 metre arası. Ve içlerinde asitli su olacak. Daha yukarıdan sel geldiğinde ya duvarı yıkacak ya da taşırıp aşağı asitli su indirecek. Arkasından sel vurup çamura bulanmış bu yığınları önüne kattığı zaman ne yapar? Asit değdiği yerden geçer. Yağmurla her tarafa yayılır. Ekosistemi değiştirir.

Buradaki doğanın kendini toparlaması kaç yıl alır?
- Yıl mı, kaç yüzyıl mı? Çok yüzyıl alır. Toparlanmaz.

Yığınlara yer açmak için kaç ağaç kesilecek?
- Rakamlarına göre 330 bin ağaç kesilecek. Bu rakamın içinde ne yok biliyor musunuz? 2003’te yapılan sayımda göğüs çapı 8 santimetreden az olan fidanlar ağaç sayılmadı, orman envanterine dahil edilmedi. Yaklaşık iki milyon ağaç kesilebilir.

Macaristan’daki gibi sel riski için nasıl bir önlem alacaklar?
- Etrafını kuşaklayacaklarmış. Dağdan inen seli hangi hendekte kuşaklarsın? 3 metre eninde kanal açıp seli durduracaklarmış. Dünyanın neresinde böyle sel durdurulur?

Suları nasıl etkileyecek bu maden?
- Maden işletmesinin Turgutlu’nun su ihtiyacından daha fazla suya ihtiyacı var. Bergama, Uşak Eşme’den sonra Etem çukurunda da madencilik ruhsatı alındı. İzmir üç yönden çapraz ateşte. İzmir’i besleyen sular Ege topraklarından geçiyor. Böyle devam ederse 10-15 yıl sonra İzmir su nedeniyle terk edilmek zorunda kalabilir.



Nükleer bombadan beter
EDİZ TUNCEL (Yakın Doğu Üniversitesi Öğr. Grv.)

1913’te Lefke’de Kıbrıs Maden Şirketi bakırı ayrıştırmak için açıkhavada sülfürik asit kullandı. İki kilometrelik bir alanda havuzlar kuruldu. Bugün o havuzların hali içler acısı. Bölgede muazzam bir çevre kirliliği yaratıldı. İki kilometrekarelik alan 100 kilometrekarelik bir alanı etkiledi. Oraya bir nükleer bomba atmış olsaydınız o boyutta bir tahribat yaratamazdınız.
Bu madende çalışan insanların hepsi kanserden öldü. Madenin bir numaralı işçisi olan Rum da, iki numaralısı olan dedem de... Dedem kan kanseriydi. Babam da madende çalıştı, periton kanserinden öldü. Dayım bu madende çalıştı. O da oniki parmak ve pankreasta çıkan kanser türünden vefat etti. Komşumuz da aynı şekilde.
Onkoloji merkezinde ölen hastalarla ilgili tutulan defteri incelerken fark ettim ki doğrudan etki alanında olan köylerde ölen insanların hemen hepsi kanserdi. Şu an Kıbrıs’ta en fazla görülen hastalık kan kanseri. Madenin yakınında bir köy var. O köyde ise çok ilginç bir hastalık ortaya çıktı. Bir çeşit kas hastalığı... Sağlıklı insanlar bir anda pelteye dönüyor, kasları erimeye başlıyor, sinir sistemleri iflas ediyor, altı ay geçmeden de ölüyorlar. Herhangi bir tedavi bugüne kadar uygulanabilmiş değil. Oradan ayrılırken maden şirketinin yetkilileri hastalarla ilgili arşiv kayıtlarını alıp gittiler, hastanede de bir şey bırakmadılar.

Ankara’yı yanlış bilgilendirmişler
AYLA YÖNET (Turgutlu TEMA Temsilcisi)

Dört yıldır bunun mücadelesini veriyoruz. İnanıyorum ki Ankara burada olacakların farkında değil, yanlış bilgilendirme olmuş. Mesela ÇED raporunda gölet olarak adı geçen şeylerin dördünün büyük baraj olduğunu öğreniyoruz. Eminim Ankara’dakiler bunu bilseler onay vermezlerdi. Birinci derecede biz Turgutlu’da yaşayanlar etkileneceğiz. Mesela bu sene çok yağmur yağdı ve 2 Şubat’ta köyden biri “Ufak çaplı bir sel oluştu, köyün içinden sular akıyor” diye beni aradı. Ve bu sularda henüz asit falan yok, normal yağmur suları derenin yatağı bozulduğu için, tedbir alınmadığı için köyün içine taştı. Macaristan’daki olayı biliyorsunuz, bütün köyü o kızıl çamur kapladı. Bu Turgutlu’nun değil, Türkiye’nin sorunu, herkesin müdahil olması gerek.

KÖYLÜ ARAZİSİNİ SATTIĞINA PİŞMAN

* Necati Gülkıvrak (Turgutlu Manavlar Odası Başkanı): Şu pazarda gördüğünüz çoğu şeyi satamayacağız. Belki bu üç-beş yıl sonra yavaş yavaş hissedilmeye başlanacak ama 10 yıl sonra bunların hiçbirini pazarda bulamayacaksınız. Bu işin sadece sebze meyve yönü.
* Necip Köken (Turgutlu Tuhafiyeciler Manifaturacılar Odası Başkanı): Bizim toprağımızda her şey yetişiyor. Biz ovayı bahçe olarak kullanırız. Bu madenin zararı yüzde 1500 olur. Buradan göç etmek zorunda kalırız. Hayatın olmadığı yerde hangimiz yaşayabiliriz? Siz şehirde membaa suyu içersiniz, biz onu düşünmeyiz bile. Biz çeşmeden su içeriz. Ama bu maden yapılırsa bırakın çeşme suyu içmeyi, belki hiç su bulamayacağız. Macaristan’daki gibi bir felaket olmayacağının garantisini nasıl verecekler bize?
* Sabri Toker (Elektrikçiler Odası Başkanı/Manisa Esnaf Odaları Başkan Vekili): Sadece Turgutlu’nun meselesi de değil bu, Manisa, Ahmetli, Akhisar, Salihli, bütün bölgeleri etkileyecek bir hadise. Dünyanın 7’nci büyük tarım havzası Gediz ve bu havzayı yok etmek için uğraşıyorlar. Dünyanın en büyük Sultaniye üzüm rezervi burası. Dünyada tüketilen kuru üzümün dörtte üçü buralardan çıkıyor. Biz bu madenden sonra dışarı üzüm satamayız.
* Halil Turgut (Emekli din görevlisi): Bu madeni işleme süreci ileri ülkelerin kullandığı bir yöntem değil. O ilkel yöntem zararı 10’a, 20’ye, 30’a katlayacak. Medeni ülkelerin kullandığı sistemler olursa ne ala. Maden alanlarında yıllarca bir otun bitmediği söyleniyor. Biz geldik geçiyoruz ama gelecek nesil için acı bir sonuç vereceğine eminim.
* Hüseyin Çakı (Sinirli köyü muhtarı): Önceden bir bilgilendirme toplantısı yapılmadı. Maden halk arasında kulaktan kulağa yayıldı. Belediye başkanımız zarar görmeyeceğimizi söyledi. Bizde 5 dönüm yer varsa, Belediye başkanında 1500 dönüm var. En çok zarar göreceklerden biri o. “Arkadaşlar öyle bir zarar görecek olsak ben karşı çıkarım, zarar görmeyeceğiz” deyince zararsız olacağına inandık. Sonradan gerçekleri öğrendik. Burada beş kişi çalışacak diye 500 kişi zarar görmesin.
* Emine Yönet (Ev hanımı): Bütün dünya kovalamış, Turgutlu Ovası’ndakinden daha enayi insan yok mu? O raporları alırken “Bir karınca yaşamıyor. Hayat yok burada” demişler. Ben sizi götüreyim, karıncayı da, tavşanı da görün. Ağaçlar nasıl yaşıyor? Pilot tesisten taşan su köyün içinden akınca kazlar, tavuklar öldü. Bin lira değerindeki toprakları 40’ar bin liraya aldılar. Köylüler 40 milyar para görünce arazilerini sattı. Şimdi “Çapamızı, küreğimizi, av tüfeğimizi alıp, traktörlere mazotları doldurup yolu yakacayacağız, sokmayacağız onları” diyorlar. Daha önceden anlatılmadı onlara çünkü. Pişmanlar.
http://www.hurriyet.com.tr/pazar/16060707.asp?gid=373

2 Ekim 2010 Cumartesi

FATMA GÜLÜN SUÇU NEYMİŞ?



Son zamanlarda internette bir muhabbet dolaşıyor.Fatmagül’ün suçu daha önce Bihter olması imiş meğerse…Yani kocasını yakışıklı yeğeni ile sürekli boynuzlayarak seyirciyi acayip tahrik etmiş,özellikle namuslu ve gözü tok türk erkeklerinde şiddetli saldırgan dürtülere yol açmış vesselam.İlginç bir görüş bu,Freud’a göz kırpıyor ve insanı güldürdüğü kadar ciddiye de alınmayı da hak edecek cinsten.Fakat bence Fatmagül’ün,daha doğrusu Fatmagül dizisinin suçu çok.Bir defa bir tecavüz olayını sonuna kadar sömüreceği için.Gerçek suçu ve suça neden olan toplumsal ortamı gizleyerek,saldırıya uğrayan bir kadını kader kurbanı diye sunacağı için.Saat dokuzda başlayıp onikiye kadar süreceği,reklamları ile seyircilere defalarca tecavüz edeceği için.Bitmesi gereken süreden en az üç dört yıl sonra biteceği için.Ezenler ve ezilenler denklemi yerine sonsuz iyiler ve sonsuz kötüler aldatmacası koyup insanları uyutacağı için.Zenginleri kötülüyormuş gibi yapıp onların lüks içindeki yaşantısını fetişleştirerek zenginliğe ve güce hayranlığı artıracağı için.Orjinali olan filmi deforme edip çarpıtarak özüne ihanet edeceği için…Daha sayayım mı?Neyse ara sıra göz atar şimdi unuttuklarımı yeri geldikçe yazarım

25 YIL SONRA YENİDEN DOLAŞIMA GİREN BİR ÖYKÜ



Bir zamanlar bir mizah öyküsü okumuştum Gırgır’da,Oğuz Arallı yıllarda..Ne gülmüş,ne gülmüştüm!...Amatör bir yazar tarafından yazılmıştı.Askerlikte dayak atılması meselesini gündeme getiriyordu.Genç bir adam askere gidiyor.Bu genç adamın sivil yaşamındaki muzip bir arkadaşı,ona mektup yazıyor.Başını oldukça derde sokan bir mektup.Sanki genç adam o arkadaşına askerlikteki koşulladan,çavuşundan,yediği dayaklardan dert yanıyormuş gibi..Eh askerlerin eline geçmeden bu mektuplar rütbeliler tarafından okunduğu için,bir ton sopa yiyor çavuşundan.Sonra bu genç arkadaşına mektup yazıyor,bu tür mektuplar göndermemesini istiyor,onun yüzünden çavuştan dayak yediğini anlatıyor.Fakat arkadaşı çavuşa ve rütbelilere sövüp sayıyormuş gibi bir cevap yazıyor,genç askerin başı daha da büyük bir derde giriyor.Yeniden mektup yazıyor,sövüyor sayıyor,bunu yapmaması için yalvar yakar oluyor.Nafile..Yine başını fena halde derde sokacak bir mektup daha geliyor.Fena dayak yiyip revire düşen genç adam,arkadaşından intikam almak için firar ediyor…İşte bu son derece komik öyküyü birileri unutmamış benim gibi,yeni versiyonunu yazıp internette dolaşıma sokmuşlar..Eh gerçekten iyi yapılmış şeyler unutulmuyor işte,bir şekilde aktarılıyor kuşaktan kuşağa..Bu arada bu hikayenin,Ordunun Ergenekon soruşturması nedeniyle bir hayli prestij kaybı yaşadığı bu günlerde gündeme gelmesinin tesadüf olup olmayacağını da düşünmeden edemedim.Keşke bu,toplumda bundan sonra esecek antimilitarist reform rüzgarlarının bir habercisi olsa…Nerede?

LADY GAGA VE İĞRENÇ KOSTÜMÜ



Lady Gaga adlı Amerikalı pop şarkıcısını şarkıları nedeniyle değil gündeme geldiği bir olay nedeniyle işittim.MTV müzik ödülleri törenine çiğ etten yapılmış bir kostümle çıkmış.Bu davranışı ile büyük tepki toplamış,ama bu olay nedeniyle benim kadar ilgisiz kişilerin bile adını duymasını sağlamış işte.Facebookta en çok tıklanan hayran sayfalarından birine sahip.Michael Jackson’la yarışıyor neredeyse.Çiğ etten kostüm yapmak ne denli mide bulandırıcı bir davranış farkında mısınız?Ne demek istemiş acaba bu saçmalığı ile?Kendini bir yiyecek olarak mı sunmak istemiş?Oysa düpedüz midesini bulandırırinsanın,başka bir işe yaramaz etten kostüm.Belki de itici olmanın ilgi çekmenin değişik bir yolu olduğunu düşünmüştür.Belki de et yemeyen,etten tiksinen bir vajetaryendir.Ya da kendine karşı beslenen onca hayranlıktan duyduğu bilinçdışı tiksintinin güdülediği bir saldırganca davranıştır bu.Bir eti,ait olduğu bağlamdan,yani yemek sofrası ya da şarküteri tezgahından koparıp alışılmadık bir bağlamda,örneğin makyaj takımları ile sunmak,insanda ete karşı tiksinti yaratıyor.Böyle varsayımlar üretiyorum,ama korkarım Lady Gaga gibiler,benim sandığımdan daha iğrenç,daha ahmakça bir kafa yapısına sahipler…

SAVUNMA ÇİZGİSİ Mİ?SAVUNMA ALANI MI?



Hikayeyi biliyoruz.Atatürk işgal güçlerine karşı bir savunma çizgisi oluşturulmasını savunanlara karşı”Hat-ı müdafaa yoktur,sath-ı müdafaa vardır;o satıh bütün vatandır” diyerek karşı çıkmıştı.Laikliği tekeline almış görünen CHP,Atatürk’ün kurtuluş savaşındaki ana fikrini laiklik kavramına uyarlardı.Laikliği savunmak adına savunma çizgisi değil,savunma alanı fikrini benimsedi bu güne kadar.Yani laikliğe aykırılık şüphesi bulunan her hareketin üzerine şiddetli bir şekilde gidilmeliydi bu fikre göre.Örneğin üniversitelerde türban serbestisi getirmek,demokratik bir hakkın verilmesi değil,laik rejimi değiştirme planının bir parçası idi bu yaklaşıma göre.Böyle bir laiklik anlayışının kimin ekmeğine yağ sürdüğü artık çok açık durumda.CHP çekile çekile sıcak denizlere çekildi,Atatürk’ün “ordular,ilk hedefiniz Akdenizdir,ileri!” sözünü ironik bir şekilde anımsatırcasına.Şimdi ise Kılıçdaroğlu’nun önderliğindeki CHP,türban konusunda değişiklik yapılması gerektiğini savunarak bu yanlış yoldan geri dönmeye çalışıyor gibi.
Fakat bu yeterli değil.CHP’de bir zihniyet değişimi gerekli.Demokrasi konusunda da,laiklik konusunda da,saldırgan değil,savunmacı bir anlayış benimsemek zorundadır CHP.Onların laiklik anlayışı saldırgandır,laiklik,nerede bir laiklik karşıtı oluşumun şüphesi varsa onu bastırmak değildir.Bu olsa olsa laiklik düşmanlarının ekmeğine yağ sürer.Atatürk’ün savaş zamanları için ileri sürdüğü doktrin,barış zamanları için geçerli değildir.Demokrasi saldırgan olamaz,savunmacı olmak zorundadır.Doğal olarak mücadele alanı değil mücadele çizgisi oluşturulur demokrasilerde(hattı müdafaa)Kırmızı çizgiler oluşturulur ve bütün savunma güçleri bu kırmızı çizgilerin arkasına yığılır.Başörtüsü konusunda kırmızı çizgiler temel eğitimdir.Örneğin iktidar partisi ilkokullarda ve liselerde örtünme serbestisi getirmeye kalkarsa bütün demokratik güçler,bu karşı devrimci çabaya karşı seferber edilir.Böyle bir savunma çizgisi oluşturulmazsa,gerçeğin yerini niyet okuyuculuk alır;karşıt güçlerin eylem ve davranışları ile değil,gizli niyet ve planları ile mücadele edildiğinden demokrasinin yerini totaliterizm alır…
Fakat sahiller ve plajlar partisi CHP’de böyle bir zihniyet değişimi,Kılıçdaroğlu’nun atağına rağmen pek de mümkün görünmüyor.O sebeple CHP dışında gerçek bir sol varsa,sosyalist ve antimilitarist bir sol,işte bu sol benimsemelidir mücadele çizgisi stratejisini.Laikliği CHP’nin tekelinden kurtarmanın şimdilik en mümkün yolu budur. Zaten bana kalırsa her türlü sivil özgürlüğün teminatı ve asgari koşulu olan laikliği savunmanın şimdiye kadar CHP’nin tekelinde olması,bu topraklarda laiklik kavramının başına gelmiş en büyük felakettir kanımca..