7 haziran seçimi sonrası beklenmedik gelişmelerin fragmanını ilk olarak Twitter fenomeni Fuat Avni'nin yazdıklarından öğrendik.Sarayda büyük bir kumpas planı hazırlandığını,MİT ve öteki derin güçlerin marifetiyle kısa zamanda Kürt sorunu üzerinden,Suriye'deki iç savaş üzerinden Türkiye'nin kana bulanacağını yazıyordu.Fuat Avni'ye göre Saray'ın amacı,toplumda büyük karışıklık yaratıp bu karışıklıktan yararlanarak AKP'nin en azından tek başına yeniden iktidar olmasını sağlayacak yeniden seçim yaptırmaktı.Bunların doğru çıkmaması için çok dua ettik,ama ne yazık ki olan oldu.Türkiye 100'ün üzerinde şehit verdiği kanlı iç savaş ortamına kısa sürede girdi.Her ki tarafın,Hem Türk askerlerinin hem de PKK'lıların gerçek kayıplarını bilmiyoruz.Ama ben en az 200 Türk tarafından 200'ün üzerinde de PKK'lılardan olduğunu tahmin ediyorum.İşin acı olan tarafı,bunun bir başlangıç olması,çatışmalar derinleştikçe günlük 50-60,hatta 100'lü rakamları telaffuz edeceğimiz....
Şimdi ortalığın bir anda kan gölüne dönmesi ve geçmiştekilerle kıyaslanamayacak korkunç bir iç savaşa sürüklenmekte olduğumuzu sırf Fuat Avni'nin fragmanları ve Saray komplosu ile açıklamak çok aşırı kolaycılık gibi görünüyor bana.Ortam son derece müsait olmasaydı,iç karışıklık çıkarmaya yönelik hiç bir komplo amacına ulaşamazdı.Ortam son derece müsaitti;çünkü çözüm süreci adı ile bilinen çatışmasızlık döneminde Türk toplumu PKK ile bir anlaşmanın yapılmış olmasını asla içine sindirememişti.Gerçi şehit ve kayıp haberleri çok azalmıştı,ama,bu sürecin daha büyük bir iç savaş ve bölünmeye gidip gitmediği üzerinde sürekli artan bir kuşku havası topluma egemen oldu.Çözüm sürecini AKP topluma anlatamadığı gibi muhalefetle asgari ölçütler üzerinde uzlaşma girişiminde de bulunmamıştı.Çözüm süreci,Oslo görüşmelerinden de sızdığı gibi devletin gizli istihbaratı ve PKK temsilcileri arasında başlamıştı.Bunun bu şekilde başlaması da son derece normaldi.Çünkü kürt sorunu ile ilgili en sağlam bilgi,terörle gayrınizami her türlü yöntemi kullanarak mücadele eden MİT'in elinde idi.Salt askeri ve gayrı nizami yöntemlerle Kürt sorununun çözülemeyeceğini en iyi MİT'in bilmesi ,bu derin bilgi ve tecrübe nedeniyle çözüme yönelik girişimleri başlatması doğaldı.Anlaşmaların gizli bir şekilde müzakere edilmesi de toplumdaki ön yargıların derin ve kökleşmiş olması nedeniyle idi.Bu sebeplerle çözüm sürecinin başlamasında AKP hükümetinin benimsediği yöntemin yanlış olduğu eleştirilerine katılmıyorum.
Ancak görüşmelerin basına bir şekilde sızması ve açığa çıkmasından sonraki sürecin doğru bir şekilde yürütüldüğünü söylemek,imkansız.Sürecin safhaları mutlaka şeffaf bir şekilde yürütülmeli,diğer partilerle bütünüyle uzlaşma sağlanmasa bile asgari müşterekler sağlanması gerekirdi.AKP çözüm sürecini topluma anlatma konusunda bir takım çabalara girse de çok kapsamlı bir alan çalışması yapılması gerekirdi,bu yapılmadı.Sivil toplum kuruluşları muhatap alınmadı,sürece ortak edilmedi.Bu işte,ben yaptım oldu mantığı benimsendi.
Süreçle ilgili çok kapsamlı bir analiz yapacak kadar profesyonel değilim.Benim temel gözlemlerim bunlar.Son olarak da süreci yürüten tarafların birbirlerine güvenmedikleri,bu nedenle Türk tarafının kalekollar ve sınır güvenliği amaçlı barajlar inşa ederken diğer tarafın da silah ve mühimmat yığını yaptığının da altını çizelim.
Fakat bu süreçte kimsenin kabullenemediği,sadece türk tarafının değil,PKK'nın da sindirmekte zorlandığı çok önemli bir gelişme oldu.Zaten bu yazının amacı bu gelişmenin altını kalınca çizmek.
Çatışmasızlık döneminde kürt sivil siyasetinin öngörülemeyecek bir ilerleme sağlamasıydı bu gelişme.Kürt siyasetinin batıya açılması projesi sancılarına rağmen büyük bir başarıya ulaştı ve HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş bu süreçte bir kürt siyasetçiye kolayca nasip olmayacak bir saygınlık ve prestij kazandı.HDP en son seçime bağımsız adaylarla değil bir parti olarak katılmaya karar vermişti.Başlangıçta bunun Erdoğan'ı başkan yapma projesinin bir parçası olduğu sanıldı.Ancak beklentilerin de ötesine geçip HDP 7.5 milyon seçmenden % 13 küsür bir oy almayı başardı.
İşte toplumumuzun sindirmekte zorlandığı,PKK'nın bile hazmedemediği gerçek budur.Kürt kökenli bir siyasetin bu boyutta bir kitle desteğinin varlığının yarattığı şaşkınlıktır.7.5 milyon seçmen demek,oy kullanamayan aile bireylerini de hesaba katarsak en az 20 milyonluk bir kitle anlamına gelmektedir.Bunu sindiremeyenler, yarısının Erdoğan'ın başkanlığından endişe duyan emanet oylar olduğunu düşünmektedir,ama,anketlerin gösterdiği gibi, bir sonraki seçimde bunun çok büyük bir çoğunluğunun emanet değil kalıcı oy olduğu anlaşılacaktır.HDP'ye oy veren Türklerin sayısının göz ardı edilemeyecek kadar yüksek olduğunu zannediyorum.Fakat terör olayları yeniden başladı diye türklerin HDP'yi terkedeceğini hiç sanmıyorum.HDP'ye oy veren Türkler,kürt siyasetinin demokratikleşeceğine,batıya açılıp merkezi siyasete karşı güçlü bür toplumsal muhalefetin merkezi olacağına inanan,HDP'nin Türkiyelileşmesine son derece sıcak bakan aydın bir toplum kesimidir.Kısaca söylemek gerekirse,çözüm sürecinin en büyük kazanımı HDP olmuştur.
Toplumda değişen büyük dengelerin siyasete yansımasıydı bu.Artık Kürt orijinli siyasete kürtlerin desteği,kimsenin göz ardı edemeyeceği kadar büyüktü.Çözüm süreci,kürt hareketinin silahlı bir güçten büyük bir toplumsal desteği olan siyasal bir güç haline getirmişti.Başta AKP ve MHP,toplumun türk kesimindeki büyük paniğin nedeni budur.Fakat PKK bile rahatsız olmuştur bu gelişmeden.Çünkü kürt sorunu ekseni bir anda askeri alandan siyasal alana kaymış,her türlü siyasal anlayışın kürtlerin talep ve beklentileri ile Türkiye cumhuriyeti devleti arasında köprü kuracağı yeni bir dönem başlamıştır.PKK için de bellenildiği halde sonuçları kestirilemediği için rahatsızlık yaratan bir gelişmedir bu.
Tweet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder